İNCİLİ ÇAVUŞ VE FIKRALARI

 

POH MU VAR?
 
İncili Çavuş zamanında Acem’den elçi gelmiş, nâme getirmiş. İncili Çavuş’u elçiye nedim tayin etmişler. Bir gün elçi ile İncili bir aradayken ezan okunmuş. İkisi de aptes almak için ayağa kalkmışlar. İncili Çavuş ayağını yıkarken, elçi “Ayağını ne yıkarsın, ayağında poh mu var” demiş. Meğer elçi de bu sırada yüzünü yıkamaktaymış. İncili Çavuş da “Ya sen yüzün yıkarsın, yüzünde poh mu var “ diyerek cevap vermiş.
  
ELÇİ KİM?
 
İncili Çavuş Acem’e gittiğinde, Şah İsmail’in fermanıyla bozuk yumurta ile yapılmış bir yemek ikram ederler. Sohbet sırasında İncili Çavuş, elinde olmadan bir zarta çeker. Ancak derhal makadına dönüp, “Eğer şah-ı âlişana elçiliğe sen gelmiş isen biz sükût edelim, sen şahım ile dilleş, eğer biz gelmiş isek sen biraz sükût eyle, biz konuşalım” demiş.
  
RUM’DA MAHBUB
 
Mâlik-i mülk-i Acem Şah İsmail’in Nefes adında bir mahbûbu var imiş. Bir gün İncili Çavuş’a, “Rûm’da mahbûb yoktur cümlesi çirgın görünüşlüdür”, deyince Çavuş da “Ey Şahım Rûm’da mahbûb vardır ki en kötüsünün zartası Şahımın nefesinden âlâdır” diyerek onu susturmuş.
 
İSTANBUL’DA FASRÇA KONUŞAN VAR MI?
 
İncili Çavuş Acem Şahı’na vardıkta Şah İsmail sualden sonra “İslambol’da Farisi bilir kimse var mıdır” demiş. İncili de “İslambol’un köpekleri bile Farisi bilip söylerler” diye cevap vermiş. Şah da “Köpekler nasıl Farisi bilip söylerler” diye sorunca Çavuş da şöyle konuşmuş: “Ortalıkta bir laşe görüldüğü zaman köpeklerin büyükleri harrum, harrum deyü bağırır. Küçükleri çend, çend deyü sual ederler. Tekrar büyükleri heft, heft deyü cevap verir. İşte böyle Fârisi söylerler” deyü Şahı mat etmiş.

ÖZRÜN, KABAHATİNDEN DAHA KÖTÜ OLACAK
Bir gün İncili Çavuş zamanın padişahına kırılır. Ortalıktan kaybolur. Her yerde aranmasına rağmen, bir türlü bulunamaz. Padişahın kendisinin nükteli sözlerine ve sohbetine ihtiyacı vardır ama İncili ortalarda görünmez. Padişah adamlarına İncili’yi bulmalarını emreder. Ama ne mümkün incili bulunamaz. Çünkü İncili Çavuş dağda bir Yörük çadırına gitmiş yörüğe yayıkçı (Turfan yayan) olarak çırak durmuştur.
 
Padişah İncili’yi kendi yöntemi ile bulmaya çalışır. Aklına bir formül gelir. Bir altın saban ile bir de altın boyunduruk (öküzleri tarlada çift sürerken birbirlerine yan yana durmasını sağlayan ve saban ı çekmeye yarayan ağaçtan bir alet) yaptırır, şehrin en işlek yerine koyar, başına da iki adam koyup “Altından yapılmış bu saban ve boyunduruğa halkın fiyat belirlemesini sağlayın. Kim buna fiyat belirlerse onu yakalayın. O ya incilidir ya da onun yerini bilen biridir” der.
Onlar orada dura dursun bizim İncili ormandaki yörük çadırında yayık yaymaya devam eder. Ve çarşıya yağ peynir satmaya gidip gelen yörük ağasına “Çarşıda ne var ne yok?” diye sorarmış?
Ağa o gün “Çarşının tam ortasına bir altın saban ile altın boyunduruk koymuşlar fiyat biçin diyorlar. Onun fiyatı mı biçilir değil mi ağam?” demiş. Bunu duyan İncili ertesi sabah çarşıya hazırlanan ağasına “Ağa bugün o çarşıdaki saban ile boyunduruk olan yere var, deki Nisan ayı yağar da Mayıs ayı öğünürse bu altın saban ile altın boyunduruğun kıymeti biçilmez. Ama Nisan ayı yağıp da (yağmurdan bahseder) Mayıs ayı öğünmezse padişah efendi bunları kırsın kırsın başına çalsın. Allah vermek istemezse alet altın olmuş ağaç olmuş neye yarar, deyiver” demiş.
Ağa da “Oğlum ben bunları nasıl diyeyim. Beni asarlar deyince, sen korkma onların fiyatı odur onlar memnun olurlar”, demiş. Zavallı Yörük, bacağında kocaman şalvarı başında külahı ayağında çarığıyla çarşıda o aletlerin yanına varır “Çekilin ben bunlara fiyat biçeceğim” der. Hemen çekilirler ve yörüğü dikkatle dinlemeye başlarlar. “Arkadaşlar” der Yörük, “Nisan yağar Mayıs övünürse bu altın saban ile altın boyunduruğun kıymeti biçilmez, Nisan yağıp Mayıs ayı öğünmezse padişah bunları alsın da kırıp başına çalsın. Deyiverince apar topar yakalanır ve padişahın huzuruna çıkarılır. Devletlûmuz sizin altın aletlere bu şahıs fiyat biçti çok da acılı konuştu. “İncili Çavuş bu mudur?” deyince Padişah, “Bu değildir ama bu İncili Çavuş’un nerede olduğunu bilir” der. Biraz korkutulup sıkıştırılan yörük efendi “Benim çadırda bir çırak var o ‘bunların pahası budur’ dedi, ben de söyledim” der. padişahın adamları hemen gidip çadırdan inciliyi alıp saraya getirirler huzura çıkarırlar. Padişah İnciliye “Ne oldu İncili saraydan neden kaçtın, çok mu sıkıldın? diye sorar. “Padişahım seni sevmekten bıktım onun için saraydan uzaklaştım” deyince Padişah “İncili sana ceza verecektim, sonra vazgeçtim. Sen biraz zalimsin ama bana da çok lazımsın, ancak seni bir şartla af edeceğim” der. “Nedir padişahım?” diye sorar İncili “Sen bir kabahat işleyeceksin ve akabinde özür dileyeceksin, özrün kabahatinden daha kötü olacak, seni belki o zaman affederim” der ve olay biter.

Saray bahçesinde biraz oturduktan sonra saraya çıkmak üzere hareket ederler. İncili elinde bir fener önde padişah, merdivenlerde yürürken tam merdivenin orta yerinde İncili elindeki kandili söndürür ve döner padişaha, onu iştahla öper. Bir de oh çeker. Padişah “Bre küstah sen ne yaptığını sanıyorsun” deyince “Af edersin devletlum seni Hanım Sultan zannettim” diye cevap verir ve Padişahın söylediği gibi özrü kabahatinden büyük ve kötü olur ancak affedilir.

PADİŞAHA AKIL VEREN İNCİLİ’NİN BAŞINA GELENLER
 
Yine bir gün padişahın boş günleri ve zamanları hep İncili ile geçmektedir.
— Ey incili sana bir saray sırrı vereyim, ama ikimizin arasında kalacak, kimseler duymasın. Bu derdimi kimseye açamadım sana sır veriyorum, yengenle uzun süredir küsüz, yengen bana soğuk davranıyor” der.
İncili:
— O iş kolay padişahım” deyince
Padişah
— Nasıl?” diye sorar.
— Padişahım yatak odasını ikiye böldür yenge bir bölümde sen de bir bölümde güzel bir cariye al, sen padişahsın ne korkarsın o zaman Hanım Sultan sana daha çok ihtimam ve ilgi gösterir ve sana küsmez” der.
Padişah bu fikri beğenir hemen emir verir yatak odasını ikiye böldürür. Ve Hanım Sultan birinde yatarken öbür odaya bir cariye alır ve gülüşüp oynaşmalarla birkaç gece geçer. İki üç gün Hanım Sultan’ın yanına varmaz ve bu duruma fazla tahammül edemeyen Hanım Sultan hatadan döner. Padişah’tan özür diler ve barışırlar. Cariye yerine gönderilir amma Hanım Sultan’ın içini bir kurt kemirmektedir. Kocasına derki:
— Devletlü Sultanım bu ayrı cariye alma fikrini size kim söyledi?” deyince
Padişah
— Ben kendim düşündüm, benim bu kadar aklım yok mu?” der.
Hanım Sultan:
— Estağfurullah efendim tabi siz de bulursunuz da biz seninle bir aydır dargınız, kırgınız evvel neden aklınıza gelmedi diye tereddüt etim de. Bunu lütfen bir padişah gibi cevaplayın” der.
Hanım’ın İncili’ye kızacağını düşünmeden:
— Canım bizim İncili ile konuşurken ona söylemiştim o da bu fikrini söyledi. Ben de uyguladım ne var bunda?!” diye ağzından kaçırır.
Bu yenilgiyi hazmedemeyen Hanım Sultan, İncili’ye kızar ve ilk fırsatta İncili’nin bir hatasını arar ve bir ufak hatayı büyütür. Onun saraydan uzaklaştırılmasını ister. Padişah, Hanım’ı bu fikrinden vazgeçirmeye muvaffak olamaz ve İncili’yi yanına çağırır:
— İncili, biz Hanım Sultan ile barışınca ikimizin kurduğu planı sordu ben de “bir şey çıkmaz” diye ağzımdan kaçırdım. Şimdi sana kancayı taktı her fırsatta senin saraydan gitmeni ister biraz uzaklaş bakalım. Hanım’ın siniri yatışınca seni yine çağırır o da senden vazgeçemez” der. “Yalnız saraydan uzak kaldığında harcamak üzere dile benden ne dilersen” deyince İncili:
— Çok değil padişahım. Bir at, bir heybe gözü de altın isterim” der.
Padişah da:
 — İhtiyacın olur heybenin iki gözünü de altın doldurtayım” deyince İncili:
 — Hayır efendim olmaz bir göz yeter” der ve istekleri yerine getirilen İncili Çavuş sarayın bahçesine gelir. Atı binek taşına yanaştırır, Hanım Sultan İncili’yi sarayın penceresinden seyretmektedir.
Heybeyi atın bir tarafından atar, öbür tarafına düşer, bir taraftan atar öbür tarafa düşer. Derken bu iş böyle öğleye kadar devam eder. Hanım Sultan bu duruma çok kızar ve yukardan İncili’ye seslenir:
— Bre salak adam heybenin öbür gözüne de biraz altın koy da heybe atın üstünde dengeli dursun.
İncili’nin beklediği an gelmiştir ve hemen cevabı yapıştırır:
— Olmaz sultanım asla. Zaten ne çekiyorsam öbür gözün yüzünden çekiyorum bırak öbür göz boş dursun.
“Çok soğuktur ayrı gözdeki hanımın yüzü.
Dilim lal olsaydı da söylemese idim padişahıma o bir çift sözü”
 
Diye Hanım Sultan’a sitem edince Hanım Sultan,”Gel gitme başımın belası sen bu saraya padişah kadar lazımsın” der ve İncili’yi affeder o da sarayda kalır.

 

DENGESİZ MİSAFİR
 
Bir gün bizim incili çavuşun memleketinden tanıdığı birisi İncili’ye misafir olur. Tabi İncili saraydadır. Olacak ya o gün de İncili’nin sarayda vezir vüzera ile sohbet toplantısı vardır. İncili misafiri şöyle bir süzer ve misafirin biraz geveze ve dengesiz olduğunu görür, toplantıya götürmek istemez. Tabi kendisi de gitmez ama toplantılar, İncili olmazsa tatsız olur. Hani “kambersiz düğün mü olur” derler ya işte bu da öyle. Hemen İncili’ye Padişah adam gönderir ve hemen toplantıya gelmesini söyler. Gelen adama “Benim bugün misafirim var. Beni mazur görsünler ben gelemeyeceğim” der. Adam gider hemen geri gelir, “Misafirini de alıp gelsin dediler efendim”der mecbur kalır gitmeye ama misafire de güvenemez.
Aman hısım bugün bir toplantı var oraya gideceğiz, sana bazı tembihlerim olacak bunlara iyi kulak ver orada hep büyük adamlar vardır. Beni ve kendini mahcup edecek bir hareket yapma,
Bir: “Kalkacağın yere sakın oturma, yerini iyi seç.”
İki: “Üzerine söz düşmezse konuşma, söz arasında zırtaboz (lüzumsuzluk) olma, sana gelecek mahcubiyet bana gelmiş olur.”
Üç: “Sakın ha istemeden de bir şey verme, aman ha ortamı fazla germe” diye.  Tembihleyerek ayanlar toplantısına giderler. Orada bulunanlar misafire de güleryüz gösterirler. İncili’nin hatırına ama misafir bunu hak bayram sanır gider ta başköşeye oturur: Vezir geldi kalk bakalım, bir geri hoca geldi kalk bakalım, iki geri ağa geldi kalk bakalım, üç geri derken adam kapı ağzını bulmuştur. İncili gerilerde bir yere oturur hiç yerinden kalkmaz. Misafir ilk tembihe uymamış, sanki İncili’yi hiç duymamış. Bizim İncili daha birinci hatayı telafi edeyim diye düşünürken, adam hemen ikinci şoku yaşatır “Arkadaşlar beni hiç sormuyorsunuz ben misafirim, İncili Mustafa Çavuş’un köylüsüyüm, bir de eşeğim var. Biz bununla köyde çok iyi arkadaştık bu ne gidiydi bir bilseniz orada da böyleydi heç bir meclisten geri galmazdı” diye devam edecekmiş ki, orada bulunan ulemadan biri hemen sözünü keser ve:
— Sus be densiz adam sorulursa cevap ver, lüzumsuz konuşma diye azarlar.
Bu arada toplantı bitmiş sohbet başlamış ortaya yenmek için meyve gelmiş meyvenin arasında birde büyükçe karpuz varmış. Onu kesmeye bıçak yok zanneden, bizim misafir hemen bıçağını çıkarır karpuzu kesecek adama:
— Bıçak heriflerde olur işte bıçak” der ve uzatır.
Çok süslü bir o kadarda güzel gümüş kakmalı saplı olan saldırma bir bıçak.
Vezirin birisi bir bakar bıçak yaman, bu bıçağa sahip olmanın hilesini arar. Adama derki:
— Bu bıçağı bana versene. “Alır bu bıçağı nereden buldun” diye misafire sorar.
O da:
 —Bu bıçak benim babamın babamdan kaldı bana başına da çok iş geldi. “Boş ver üzümünü ye bağını sorma” deyince vezir:
—Bu bıçak benim babamın idi babamı öldürenler bu bıçağı almışlar bunun babası benim babamın katilidir, bu adam tez yakalana ve hapise atıla” diye emir verir.
Bizim misafiri yaka paça ederler tam götürüp hapse atacaklar.
İncili:
— “Efendiler, burada bir usulsüzlük var, bu adam benim misafirim. Şimdi ben bunu size teslim edemem, mahkeme olmadan delil olmadan bu işler olmaz. Bunu ben evime götüreyim, yarın size teslim edeyim. Muhakeme olsun cezası varsa çeksin” der.
Vezir:
“Olmaz sen bunu götürür buna akıl verirsin şimdi tutuklayacağız” deyince
İncili:
“Vallahi billahi ben bunun şahsına akıl vermem” der misafirini alır evine götürür.
“Eşeği bir yemleyelim diye adamı ahıra indirir. adama şuraya dur” der.
Eşeğin kulağını bir eliyle tutar ve “Ulan be eşek oğlu eşek ben sana kalkacağın yere oturma demedim mi” der ve eşeğe iki fiske vurur.
Tekrar kulağını burkar, “ulan be eşek oğlu eşek ben sana söz üzerine düşerse konuş zırtapozluk yapma demedim mi” der iki fiske daha vurur.
Tekrar kulağını eşeğin burkar “ulan be eşek oğlu eşek ben sana istemeden bir şey verme demedim mi” der iki fiske daha vurur.  Yine eşeğin kulağını tutarak “ulan be eşek oğlu eşek yarın seni tutuklayıp mahkemeye çıkaracaklar orada deki bu bıçak benim dedemin katilininmiş. Babam “oğlum böyle bıçak büyük adamlarda bulunur bizde ne arasın amma dedeni öldüren adam düşürmüş gücüm yetip de adamı bir türlü bulamadım derdi. İşte bu vezirin babası benim dedemin katildir. Ben de bundan davacıyım de davadan vazgeçmek isterlerse sakın vazgeçme. Sana ömür boyu yetim aylığı bağlarlar, o zaman vazgeç tamam mı eşek oğlu eşeğim” der.
Eve çıkarlar ertesi gün adam tutuklanır muhakeme edilir. İncili’nin söyledikleri tıpı tıpına uygulanır. Misafire aylık bağlanır, vezir İncili’ye sitem eder:
 — Sen adama akıl verdin yoksa adam böyle kendisini savunamazdı” deyince İncili:
— Vallahi vezir efendi ben onu şahsına bir akıl vermedim ama akşam eşeğini yemlerken eşeğe bazı şeyler mırıldanmıştım. Eşekten öğrendi ise bilemem adam o kadar da anlayışlı değildi” der.
PARASIZLIK
 
İncili Çavuş, İstanbul'da bir ara beş parasız kaldı. Karşıya geçip bir arkadaşından borç para istemeye karar verdi. Ama geçmek için kayıkçıya verecek parası da yoktu. Evinden çıktı, düşünceli bir şekilde iskeleye vardı. Bir kayıkçı, bunu kayığına aldı. Nereye gideceğini sordu. İncili Çavuş sağır ve dilsiz numarası yaparak, eliyle karşıyı işaret etti. Kayıkçı, bunu alıp karşıya geçirdi. Buda başka bir yeri işaret etti. Oraya götürdü. Bir başka yeri gösterdi. Kayıkçımızın da sabrı tükenmişti. İnciliye verip veriştirmeye başladı. Ama onu da ineceği yere götürdü. İncili, kayıktan inerken konuşmaya başladı:
—Gel bakalım kayıkçı evladım. Sen buraya getiresiye kadar bana verip veriştirdin. Şimdi Karakola gidelim de şu sövdüklerinin hesabını ver. Ondan sonra da ben senin hesabını ödeyeyim… der.
Kayıkçı bakar ki “pabuç pahalıya mal olacak.”Kıyığı da bıraktığı gibi kaçmaya başlar. İncili de böylece, parasızlığını belli etmeden, arkadaşına ulaşmış oldu.
 
MİNAREYİ KESERİM HA!
 
Divanenin biri her nasılsa tımarhaneden firar ederek, doğruca Süleymaniye Camii şerifinin minaresine çıkmış. O esnada ezan okumakta olan müezzini belinden yakalayarak:
— Haydi hazır ol! Tevbe ve estağfir et, seni buradan aşağıya atacağım. Paldır küldür nasıl yuvarlandığını göreceğim der.
Divanenin beline sarıldığını gören müezzin, korkusundan tir tir titremeye başlamış ve kendisini kurtarmak için, derhal hatırına divaneyi aldatmak hususu geldiğinden, demiş ki:
— Peki efendim, beni aşağıya atmayı arzu ediyorsanız atınız. Ben buna razıyım, ancak henüz ezanı bitirmedim. Ezan kalır ise herkes bundan kuşkulanarak buraya gelir. Sizi görerek tutarlar.
— Öyle ise ne yapalım?
— Müsaade ediniz de ezanı okuyup bitireyim. Sonra ne isterseniz yaparsınız.
— Pek ala! Haydi çabuk ol.
Divanenin bu muvafakatı üzerine müezzin ezanı okumaya başlar.
— Allahu ekber, Allahu ekber. Minarede deli var. Eşhedu en lailahe illallah, can kurtaran yok mu?
— Bu ezan ne kadar uzun sürdü, çabuk bitir, işim var gideceğim.
— Peki efendim, işte bitiyor. Eşhedu enne Muhammeden Resulullah, yetişiniz deli var.
— Bitti mi?
— Şimdi bitiyor, biraz sabredin.
 
Müezzin, süratle ezanı okumaya ve imdat çağırmaya devam eder. O sırada çevreden duyanlar minarenin dibine yaklaşırlar. Yukarıda divane ile müezzinin bulunduğunu görürler. Kalabalıktan biri:
— Haydi minareye çıkalım.
Diğer biri:
— Biz çıkıncaya kadar deli müezzini atar ise?
Bir üçüncü:
— Hem de atar, bizim yukarıya çıktığımıza şüphesiz kızar.
— O halde ne yapalım?
— Bunun çaresini bulup deliyi aşağıya indirelim.
O sırada oradan geçmekte olan İncili Çavuş, gördüğü bu telaşlı kalabalığın yanına gelerek, ne için toplanmış olduklarını sorar. Seyirciler durumu ayrıntılı hikâye ederler. İşi anlayınca der ki:
— Siz telaş etmeyiniz, divaneyi ben şimdi aşağıya indiririm.
— Sakın minareye çıkayım deme, sonra felaket olur. Biçare müezzini aşağıya atar.
— Merak etmeyiniz, merak etmeyiniz, minareye çıkacak değilim. Şimdi görürsünüz.
İncili derhal cebindeki ufak çakıyı çıkarıp açarak, minarenin dibine gelmiş ve divaneye hitaben bağırmış:
—  Hey oradaki adam bana bak!
Deli aşağıya bakarak:
—  Ne istiyorsun be?
—  Haydi aşağıya in bakayım!
—  İnmeyeceğim işte!
—  İnmeyecek misin? Sonra fena olur.
—  Ne olacak, ben senden korkmam ki...
—  Ne mi olacak? Şimdi şu çakı ile minareyi dibinden kesip, devireceğim...
—  (Telaşla) Rica ederim, sakın yapma!
—  Öyle ise çabuk aşağıya in.
—  İşte geliyorum.
Divane, müezzini bırakıp minareden koşarak aşağıya iner ve ahali tarafından tımarhaneye geri götürülür.
 
ADAMA GÖRE ADAM GÖNDERİRLER
 
Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralı'na gönderilen İncili Çavuş'un elbisesinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral kıyafetinden dolayı yadırgadığı İncili Çavuş'a:
"Bana senden başka gönderecek adam bulamamışlar mı?" diye sormuş.
Bu soruya İncili Çavuş şu cevabı vermiş:
"Osmanlılar, adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin sebebi bu olsa gerek."
 
ASSANIZ OLMAZ MI?
 
Padişahın isteği üzerine bir gün İncili Çavuş, vezirlerden birinin taklidini yapmış.
Taklidi yapılan vezir bunu duyunca çok kızmış ve:
— Ben onu öldüreyim de aleme ders olsun, demiş.
İncili Çavuş vezirin bu sözlerini işitince can derdine düşmüş ve Padişaha gidip durumu anlatmış. Padişah İncili Çavuş'a:
— Sen korkma, o seni öldüremez, eğer o seni öldürürse ben de ona kısas uygularım," demiş.
Bunun üzerine İncili Çavuş, şöyle bir istekte bulunmuş:
    Aman Padişahım, o beni öldürmeden önce siz onu assanız olmaz mı?
 
İNCİLİ İLE PADİŞAHIN YOLU YAYLADAN GEÇER
 
Mevsim ilkbahardır. Padişah yine bir sefere giderken, İncili Çavuş da yanındadır. Yolları, yemyeşil bir yayladan geçmektedirler. Padişahın iştahı kabarır ve içinden yiyecek bazı şeyler geçmektedir. İncili’yi denemek için:
— Bak İncili şu yaylayı gördün mü?” diye sorar.
— Evet gördüm, der.
— Şimdi burada neler lazım? deyince hazır cevap İncili,
— Pişmiş top yumurta, pişmiş top patates ama taze soğan da olsa iyi olur hünkârım” der.
Başka bir şey konuşmadan yola revan olurlar.
Bir yıl sonra yine aynı yaylaya uğrarlar, Padişah İncili’yi deneyecek ya sorar.
—Ey İncili o dediklerin ne ile tatlı olur? Deyince:
— Tuz ve toz biber ile pek tatlı olur sultanım, unuttu mu sandın, buradan gideli daha ne oldu bir sene anca doldu sanırım, aklımdadır” diye bir sene evvelki soruya cevap verir ve hazır cevap olduğunu bir daha gösterir.
 
SÜS EŞYASINA DEĞER VERMEZLERMİŞ…
 
Bir yabancı elçiyi padişah kabul edecekti. Bu elçi, ülkesinin çok varlıklı olduğunu göstermek için ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa, bunları üstüne başına takıp takıştırıp huzura çıkmak istedi. Saray görevlileri bu adamın yaptığı garipliğin önüne geçmek isterler ama ne yapacaklarını bilmezler. Hemen akıllarına İncili Çavuş gelir:
—  Aman Çavuş, şu adamı sen yola getirirsin. Ne yapacaksan yap şu haline engel ol.
İncili, ''Çaresini buluruz'' der. Bir süre düşündükten sonra. Sonra atın-inci karışımı sedef kakmalı bir çift takunyayı elçinin gireceği tuvalete koydu. Adam tuvalete girip bunları görünce şaşırır. Çıkınca İncili Çavuş 'a sormadan edemez:
—  Altın, inci, sedef kakmalı nalın tuvalete konulur mu? Yazık değil mi?
İncili, taşı gediğine koyacağı zamanı bulmuştur. Hemen cevabını yapıştırır:
—  Bizim padişahımız böyle süs eşyasına değer vermezler.
Elçi, verilen cevabı duyunca, üzerine bakınır, sonra sessizce onları çıkarıp, huzura girer...
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol